Arzu Kaprol ile Çeyiz Koleksiyonu ve Moda Üzerine Çok Özel..
Modaport.com röportaj serilerine, tasarımlarını yakından takip ettiğimiz, Türkiye’nin en gözde ve başarılı moda tasarımcılarından Arzu Kaprol ile başlamak istedik. Mimar Sinan Üniversitesi ve Paris American Academy’de eğitim gören, defalarca yılın modacısı seçilen Kaprol, gelecekle ilgili planlarından, kendi markası Arzu Kaprol ve yeni koleksiyonu Çeyiz’e kadar bir çok konuda sorularımızı büyük bir içtenlikle yanıtladı. Lady Isabella Harvey’den Estella Warren’a, Carmen Electra’dan, Adriana Karembau’ya kadar bir çok ünlü isme kıyafet tasarlayan bu ünlü modacımızla modaport olarak gerçekleştirdiğimiz röportajdan büyük keyif alacaksınız.
“Kıyafetlerimin dışarıdan bakıldığı zaman kültürler üstü bir formunun olmasını, ama içini açtığımız zaman bu coğrafyanın özelliklerini taşımasını istiyorum. Tıpkı benim gibi…”
Modaport: Sizin için moda neyi ifade ediyor?
Arzu Kaprol: Moda yaşamı güzelleştiren, tıpkı müzik gibi anlara keyif katan popüler bir tasarım kültürüdür bana göre. Dolayısıyla kesin ve ciddi kurallarla yazılmayıp, keyifle ve neşeyle ve kendini iyi hissetmek için tüketilebilen içgüdüsel yaklaşımlarla yaşamı güzelleştirmeye değer katar. Kesinlikle ve özellikle kendi yaşam ifadeni taşıyanı giymektir. Benim için de kendimi ifade etme dilim, yaşam şeklim.
Modaport: Dünyada ve Türkiye’de kendinize örnek aldığınız tasarımcılar var mı?
Arzu Kaprol: Miyake, piliselere âşık olmamı sağladı, Christobal Balenciaga da kuplara; Donna Karan’ın da 90’larda yakaladığı farklılık o dönem için oldukça çarpıcıydı. Benim kendi tasarım ve marka yolumda, giyilebilir, farklı, şehirli, tasarım öncelikli ve özellikle iç detaylarla zenginleşen bir sanatsal stil öne çıkıyor.
Modaport: Gündelik hayatınızda nasıl bir giyim tarzınız var?
Arzu Kaprol: Mood’uma göre, bazen çok kaybolmak ve gözlemlemek; bazen de çok dikkat çekmek için giyiniyorum!
Enerjisine inandığım, her zaman kendimi iyi hissettiren, bazen kıyıp ayrılamadığım, ama zamana dayanamayarak zorunlu ayrılışlar yaşadığım temel parçalarım vardır. Minik siyah elbiseler grubu da olabilir veya rengiyle beni baştan çıkaran parçalar da, veya mood’uma göre mümkün olduğunca dikkat çekmememi sağlayacak temel parçalar da olabilir. Ama bu konularda avantajlı olduğum da bir gerçek ki her zaman uygun bir parça bulabilme lüksüm, mesleğimin avantajlarından biri.
“Kişinin geliştiği koşullardan etkilenmeden tasarım yapma şansı ve lüksü yok..”
Modaport: Osmanlı kültüründen ilham aldığınızı biliyoruz. Osmanlı’da motifler dışında etkilendiğiniz başka unsurlar da var mı?
Arzu Kaprol: Tasarım bir ifade dili, yöntemi ve kişinin geliştiği koşullardan etkilenmeden tasarım yapma şansı ve lüksü de yok. Dolayısıyla tasarımlarımda doğup geliştiğim dünyanın izlerini mutlaka taşıyorum. Ancak unutmamak gerekir ki 20. yüzyılın son çeyreğinde önemli bir sanayi şehrinde doğup, yaşamımın tasarım disiplinini de en büyük metropollerden birinde sürdürüyorum; ifade dilim tam olarak ‘ottoman-meets modern’. Bu coğrafyanın en modern yaşamı savunan kültür ikliminde yetişip, doğal çevremdeki Osmanlı figüründen etkilenmiş olmaktan keyif alıyorum. Osmanlı’nın mirasçısı olduğumuzu söylüyoruz ama aslında bunu günlük yaşamımızda yaşamıyoruz. Son derece aktif ve aynı zamanda kaotik bir metropol hayatımız var. Folklor kıyafetleri dışında geleneksel giyimi de bilmiyoruz, yaşamıyoruz. Ancak bu kültürün içinde var olduk ve bu kültürün yaşamımızda izleri var. Kıyafetlerimizde ise nerdeyse hiç yok. Her birimiz dış görünüşlerimizle ait olduğumuz kültürel kimliği ifade etmiyoruz.
Dünyada da genel giyim anlayışı geleneksellikten oldukça uzak. Bu çıkış noktasıyla tasarımlarımın dış görünüşlerinde global bir stil olsun, dünyanın herhangi bir yerindeki bir kadının giyebileceği formda yenilikçi olsun, ancak aynı benim içimde köklerimde geçmişimde olduğu gibi, kıyafetlerin içinden de Osmanlı’ya ait detaylar çıksın istiyorum. Bu bir baskı, astar ya da nakışta olabilir. Ama temelde görünmeyen ve gösterilmeyen yerlerinde Osmanlı detayları olmasını doğru buluyorum. Bunu yaparken de artık hayatımızın bir parçası olan teknolojiyi kullanıyorum. Aslında bu, “İstanbul”u yansıtan bir bakış açısı. Hem modern hem çok kültürlü, hem geçmiş hem gelecek.
“Bugüne kadar yaratıcı ülke platformunda hiç değerlendirilmedik, hep bir (moda) sanayi ülkesi olarak görüldük.”
Modaport: Modayı yabancı isim ve markalarla özdeşleştiren Türk insanın son dönemlerde Türk modacılarını daha yakından takip ettiğini görüyoruz. Bu konuda sizin düşünceleriniz neler? Neye bağlıyorsunuz?
Arzu Kaprol: Genel olarak dünyada bir kimlik problemi yaşanıyor, aidiyet duygusundan bağımsız bir şekilde. Türk insanı da global trendleri takip etmeye çalışıyor giyim anlayışında. Genç jenerasyonda da minik bir grup kendi stilini oluşturma kaygısı taşıyor ki bu çok sevindirici. Ama genel olarak Londra dışında hiçbir yerin çok yaratıcı stil önerisi taşıdığını düşünmüyorum. Modayı takip etmeyi çok ciddiye almamalarını, modanın keyif almak için yaratıldığını, kendi stillerini bulup sonuna kadar korumalarını şiddetle öneririm.
Uluslararası alanda ilgi çekici bir hal almaya başladı. Türkiye öncelikle bir moda sanayi ülkesi. Bunu bilmek ve kabul etmek lazım. Bugüne kadar yaratıcı ülke platformunda hiç değerlendirilmedik, hep bir sanayi ülkesi olarak görüldük. Geçen 10 yıla baktığımızda bir değişim sürecine girdik ve tasarımda bu anlamda değer kazanmaya başladı. Kendi markamla ilgili tasarım süreci aşağı yukarı 12 yıldır devam ediyor. Bu süreç içinde aldığım tepkilerin gün geçtikçe olumlu anlamda farklılaştığını görmek çok mutluluk verici bir şey.
Türkiye’de tasarımcı markası olmak çok yeni bir kavram. Modacı kavramının gelişiminde tasarımcı kavramı çıkıyor. Farklı tasarım ve ürün tipleri, teknolojileri, farklı pazarlama teknikleri, modanın ve lüks tüketim dünyasının bir parçası. Bu sebeple kendi markamın ve Türkiye’deki modanın gelişim serüvenine baktığım zaman çok keyif aldığım bir sektör görüyorum.
“İstanbul’dan gelen bir tasarımcıysanız sizden gizemli ve mistik tasarımlar bekliyorlar.”
Modaport: Yeni kuşak moda tasarımcıları hakkında neler düşünüyorsunuz?
Arzu Kaprol: Genel olarak baktığımızda bulunduğumuz noktanın biraz bilinmez olduğunu düşünüyorum. Bu bilinmezliği şu anda avantaja çevirmek elimizde çünkü yanlış bir kanıyı değiştirmek çok zordur, hatta zaman zaman imkânsızdır ama bilinmezliği olumlu bir yöne çevirebilirsiniz. Bugüne kadar yaşadığımız bu kendini ifade edememe, içinde bilinmezlik ve büyülü, bulutlar içinde bir İstanbul’u da beraberinde getiriyor. Bu kötü bir imaj değil. Bu gizemli ve büyülü imaj oluşturuyor. Yarattığımız imaj geldiğimiz kültürle de çok ilişkili. İstanbul’dan gelen bir tasarımcıysanız sizden gizemli ve mistik tasarımlar bekliyorlar. Yeni kuşak moda tasarımı da dünyaya bir Türk tasarım ekolü kazandırmak üzere yola çıkan bir Moda Tasarımcıları Derneği ile zorlu ama keyifli bir süreç yaşanacağını düşünüyorum. Kendi markamın ve Türkiye’deki modanın gelişim serüvenine baktığım zaman çok keyif aldığım bir sektör görüyorum.
Bizim ülkemizde tasarımcılar uçuk-kaçık, eğlenceli, hoş, keyifli ve romantik insanlar olarak bilinir, ama çok fazla iş bilmez oldukları sanılır. Benim fabrikaların içinde, üretim teknolojilerinin ve kumaş toplarının arasında, gayet keskin bir yaratım disiplini gerektiren gibi bir hayatım var.
Modaport: Tekstil üretiminde birçok ülkenin ilerisinde olan Türkiye’den hazır giyim veya aksesuar konusunda dünyaca kabul ve rağbet gören bir markanın çıkmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Arzu Kaprol: Türkiye’de tasarımcı markası olmak çok yeni bir kavram. Modacı kavramının gelişiminde tasarımcı kavramı çıkıyor. Farklı tasarım ve ürün tipleri, teknolojileri, farklı pazarlama teknikleri, modanın ve lüks tüketim dünyasının bir parçası. Bu sebeple kendi markamın ve Türkiye’deki modanın gelişim serüvenine baktığım zaman çok keyif aldığım bir sektör görüyorum. Bir de Türk tasarım ekolü oluşturmak üzere yola çıktığımız bir moda tasarımcıları derneğimiz var. Ben de diğer arkadaşlarımla birlikte bu ekolün önemli bir parçasını oluşturuyoruz. Bizim anlayışımızdaki en önemli fark bunu ticari bir ürün haline de getirebilmek.
Bizim ülkemizde tasarımcılar uçuk-kaçık, eğlenceli, hoş, keyifli ve romantik insanlar olarak bilinir, ama çok fazla iş bilmez oldukları sanılır. Günlük kıyafetler tasarlamayan, defile yapan, partilerden defileler ile koşan kişiler olarak görülürler. Ve mutlaka böyle yaşayanları da vardır.
Ama bu benim hayatım değil. Benim fabrikaların içinde, üretim teknolojilerinin ve kumaş toplarının arasında, gayet keskin bir yaratım disiplini gerektiren gibi bir hayatım var. Zaten moda tasarımını da diğer tasarım disiplinlerinden ayırmak mümkün değil. Ülkemizde algının da değişmesi, bu bakış açısına kavuşulması gerekiyor. Bu noktada da biz tasarımcının mağazalaşmasının bir örneğini ortaya koymaya çalışıyoruz ve son derece ciddi bir şekilde çalışıyoruz. Altınyıldız ile sektörde bir ilk olan, yaptığımız lisans anlaşması ile birlikte Arzu Kaprol markasının mağazacılık operasyonu çok daha genişleyecek görünüyor.
Hem koleksiyon yapısı hem üretim zincirini, hem de fiyat ve pazarlama anlayışını mağazalaşmaya uygun bir şekle çekmeye çalışıyoruz. Tasarımcı markaları için en önemli sorun isimlerinin bilinmesine rağmen tüketicinin markayla ilişkilendirecek ürüne ulaşmanın kolay olmamasıdır. Bu yüzden bizi doğru bir şekilde anlatabilecek birkaç hedef mağazayla tüketiciye dokunmak istedik. Bu doğrultuda, Nişantaşı’nda ve Bursa Korupark Alışveriş Merkezi’nde Arzu Kaprol mağazası açtık. Günden geceye ama hep farklı hissettiren tasarım anlayışı ile oldukça geniş bir koleksiyon hazırlıyoruz. Ayakkabı, kemer ve çanta tasarımlarında da benzersiz bir yaklaşım, konfor ve farklılık hissi uyandırıyor.
Tekstil firmalarındaki ‘Marka’ yaklaşımını ise son derece tehlikeli ve bilinçsiz buluyorum. LVMH grubunun patronu Mr. Arnoult’ya soruyorlar, marka olmanın sırrı nedir diye; Mr. Arnoult (LVMH; Dior, Alexander Mc Queen, Louis Vuitton, Balenciaga, Donna Karan, Kenzo gibi markaların sahibi), “Marka olmak demek bazı şeyleri asla tekrar etmemek, hep yenilikçi olmak demektir; bazı şeyleri de hiç değiştirmemek, hep aynı şekilde yapmaya devam etmek. Eğer neyi tekrar edip neyi asla etmeyeceğinizi biliyorsanız marka olmuşsunuz demektir,” diye cevap veriyor. Bu durum ülkemizdeki marka konusuna traji-komik bir çözümsüzlük getiriyor. Ancak dünyada da sektörün sadece markalarla beslenmediğini unutmamak gerek; İtalya’da dahi tekstil harcamalarında toplam tüketimin % 10’u marka denilebilecek ürünler arasında gerçekleşmektedir. Dolayısıyla herkes marka olacaktır ve olmalıdır gibi bir bakış açısı olamaz.
“Kendimi markasının yönetimine karışan bir tasarımcı olarak görüyorum.”
Modaport: Gelecekle ilgili planlarınız neler? Artık modacı kimliğinizin yanında bir iş kadını kimliğine de sahipsiniz diyebilir miyiz? Markalaşma ve yeni mağazalar açma konusunda nasıl bir strateji belirlediniz?
Arzu Kaprol: Şu anda Altınyıldız ile yaptığımız lisans anlaşması ile birlikte Arzu Kaprol markasının mağazacılık operasyonu çok daha genişleyecek, yurtdışı ile ilgili olarak ise, şu an var olan müşteri profilinin tasarım öncelikli mağazalar olarak 3 katına çıkmasını öngörüyoruz. Yaptığımız anlaşma kendi alanında bir ilk, bu da Türk tasarımına büyük markaların yatırım yapmaya, inanmaya başladığını gösteriyor. Önümüzdeki 2 yıl içinde yaklaşık 10 mağaza açma hedefi ile ilerleniyor. Kendimi markasının yönetimine karışan bir tasarımcı olarak görüyorum.
Moda tasarımında birkaç farklı bakış açısı var: defile anı için yaşayan tasarımcılar ve defile anına kadar geçen süreç için yaşayan tasarımcılar. Ben bu ikinci gruba giriyorum: keyif aldığım, bu mesleği yapmaya devam etmemi sağlayan temel süreç, tasarımdan prototipe giden çözüm ve yaratım süreci. Daha yalnız olduğunuz, kendinizle baş başa kalmayı, hatta bazen yol açtığı depresyonla başa çıkmayı zorladığı bir süreç, ama benim bu mesleği yapmamdaki temel sebep de bu süreçlerle beslenmek.
“Tekstildeki nano teknoloji uyarlamaları da aslında bizi yavaş yavaş akıllı tekstillere yaklaştırıyor.”
Modaport: Türk ordusunun kıyafetlerini tasarlamanız, son dönemde çok ses getirdi. Bu deneyiminizden biraz bahseder misiniz? Zorlandığınız noktalar oldu mu?
Arzu Kaprol: Bundan dört yıl önce başlayan bir projeydi bu. Silahlı kuvvetlerin kıyafetler konusunda bir takım talepleri vardı ve benim de projenin içinde olup olamayacağımı sordular. Ben de büyük bir onurla kabul edebileceğimi söyledim. Her ne kadar hayalim askeri kıyafetler tasarlamak değil, askeri kıyafetlere gerek duyulmayan bir dünyada yaşamak olsa da, hayatımızın içinde endüstriyel performansta bir değer yaratmak önemsediğim bir konu. Projeye başlamadan önce bir takım araştırmalar da yapılmıştı ve bana verilen briefte beklentiler, problemler, bunların nasıl bertaraf edilmek istendiği, Türkiye’ye özgü kamuflaj desenlerinin nasıl olacağı yer alıyordu. Bunların kıyafetlere uygulanması da önem taşıyordu. Nano teknolojiyi de ilk defa o projede bu denli yoğun bir biçimde kullandık.
Modaport: Bunun gibi başka ne özellikleri vardı yaptığınız askeri üniformaların?
Arzu Kaprol: Özel bir takım geri kapamalar kullandık bu kıyafetlerde. Çünkü yerde sürünmeden, nişan almaya kadar askerin pek çok fiziksel aktivitede bulunması gerekiyordu ve körük dediğimiz, kıyafetin hareket kabiliyetini artıran, çekmeceye bezeyen, iç geri çekme detayları kulandık. Bunları sözlü olarak anlatmak çok zor, ama kıyafetlerin içinde, içten girdi lastikler, hava alma delikleri, suyun dikişlerden içeri sızmadan akıp gitmesini sağlayacak su kanalları yer alıyordu. Aslında bir tür otomobil tasarımı gibi tamamen detay odaklı bir süreçti bu kıyafetleri tasarlamak.
Modaport: Farklı sektörlere yönelik tasarımlar da yapıyorsunuz. Teknolojinin nimetlerinden maksimum düzeyde yararlanan bir tasarımcı olarak, tasarladığınız kıyafetlerde teknoloji sizin için ne ifade ediyor?
Arzu Kaprol: Birçok farklı projede ve ürün tiplerinde Arzu Kaprol Teknik Tasarım grubu olarak nano teknolojiyi kullanıyoruz. Bunu sadece bir ürün gurubu olarak anlatmak çok doğru olmaz. Nano, mikro moleküler bir teknoloji ve farklı ürün tiplerine farklı teknolojik yapıyla uyarlanabilir. Tekstildeki nano teknoloji uyarlamaları da aslında bizi yavaş yavaş akıllı tekstillere yaklaştırıyor. Özellikle beyaz gömlekler kısmında nano teknolojiyi son üç-dört yıldır yoğun olarak kullanıyoruz. Çelebi Hava Servisi, İDO, Türk Silahlı Kuvvetleri, Formula1 gibi farklı kullanım alanlarına sahip ürün gruplarında nano teknolojiden, performans öncelikli olmak üzere yararlanıyoruz. Tasarladığımız ürünün dayanıklılığını artıran, rengini koruyan, nefes aldıran ve kullanım konforu sağlayıp toplamda kıyafetlerin ömrünü uzatan bir teknolojiyi tasarımlarımda uyguluyorum.
Nano teknolojinin avantajlarına gelince; farklı performansları var. En yaygın olarak kullandığımız özelliği leke tutmazlığı. Leke tutmaz olmakla birlikte doğal elyaftan oluşuyor bu kumaşlar ve hava geçirme özelliğine sahip. Kıyafetler ne kadar dayanıklı olursa olsun kir tuttuğu müddetçe daha çok yıkanıyor ve bu da kıyafetlerin yıpranmasına ve ömürlerinin kısalmasına sebep oluyor. Bu sebeple her ne leke olursa olsun sadece suyla temizlenen beyaz bir gömleğin ömrü çok daha uzun olacaktır.
Modaport: Yurtdışındaki moda günleri ve çeşitli etkinliklerde de yer alıyorsunuz. Son dönemde bununla ilgili yaptıklarınız?
Arzu Kaprol: Her sezon koleksiyonu önce Londra ardından Milano ve Hong Kong’da sunuyoruz, şu anda da Londra yaz 2009 için geri sayımdayız.
Modaport: Kostüm de tasarlıyorsunuz. Kostüm tasarımı açısından sizi çok etkileyen bir film ya da oyun var mı?
Arzu Kaprol: Müge Gürman’ın yönetmenliğini yaptığı Salome oyunu için 2 yıl önce ilk kez kostüm tasarladım. Tasarım süreci boyunca, “ben bu projeye ne gibi bir fark katabilirim?” sorusu üzerinde yoğunlaştım ve kostümlerde zamansız bir form yaratmaya, bunu da deri ve fiber optik ışıklar gibi alışılmadık malzemeleri kullanarak sağlamaya çalıştım.
Özellikle Salome’nin serbest fiber optikten yapılan kıyafeti tiyatro kostümleri alanında bir ilk olarak nitelendirildi. Bu projede beni en çok etkileyen, bir yönetmen ile çalışmak ve yönetmenin kendi kimliğin üzerinde senin içinden neleri çıkartabileceğini görmek oldu.
Beni etkileyen film ya da oyunlara gelince, Cinema Paradiso ve Macbeth diyebilirim.
Modaport: Zamanının genç ve asi kızlarından kurulu grubu Volvox’ta klavye çaldığınızı biliyoruz. O günlerdeki konser kostümleriniz için şimdi ne düşünüyorsunuz?
Arzu Kaprol: Bugün halen Volvox’tan bahsediyorsak, bu Şebnem ve Özlem’in başarısıdır. Bu başarıda benim bir katkım yok, çünkü üniversiteyle beraber gruptan çıktım ve tasarım dünyasına girdim. O yüzden konser anıları benim için keyifli bir ilk gençlik anısı.
“Bu tasarımları üzerinde taşıyanlar da kendilerini, kişisel geçmişlerinden uzak geleceğe doğru uzanan keyifli bir keşif yolculuğunda hissedecekler..”
Modaport: 2008 Sonbahar sezonunda modada öne çıkacak olan unsurlar neler?
Arzu Kaprol: Bu sonbahar yün, yün koton, ipek crepe, şifon, saten kumaşlar, laboratuar yeşili, mavi-yeşil, gece mavisi, gri, antrasit ve siyah renkler öne çıkıyor.
Metal plakalar, tavus kuşu desenleri özelikle Arzu Kaprol 2008-2009 Sonbahar – Kış koleksiyonunun ruhunu oluşturuyor.
Modaport: Önümüzdeki Sonbahar-Kış sezonu için tasarladığınız kıyafetlerde “Çeyiz” temasını işlemişsiniz. Bu temaya nasıl karar verdiniz, çıkış noktanız ne oldu?
Arzu Kaprol: Tasarımlarımda “Otto modern” bir çizgi kullanıyorum. Sonbahar-Kış 08-09 koleksiyonu, “Çeyiz” öncelikle bu yaklaşımı fikir olarak sorgulayan bir koleksiyon. Henüz var olmayan, yaşanmamış, varlığı tam olarak oluşmamış bir geleceğe hazırlanma fikrini sorguluyor. Başlı başına ütopik bir yaklaşım “Çeyiz” fikri ve bu hazırlık. Bu fikir beni etkileyip şaşırtıyor.
Çeyiz’de bu kez geleceğe dair umutları ve geleceğin formlarını piliseler, strüktürlü kumaşlarla gösteriyoruz. Osmanlı mirasının zenginleştirdiği bu post modern yolculukta, giysilerin içlerine sakladığım tavus kuşları öne çıkıyor. Metal plakalar, tavus kuşu desenleri özelikle Arzu Kaprol 2008-2009 Sonbahar – Kış koleksiyonunun ruhunu oluşturuyor. Göklere ait, ama uçamayan bir kuş tavus kuşu; biraz trajik bir durum. Tüm bu öğeler, “Çeyiz” koleksiyonunu ve tasarımlarını oluşturuyor. Tavus kuşu renkleri ve yorumlanmış desenleri ipek kumaşlar ve şifonlarda buluşuyor. Trikolar ve özel dokular hep bir geleceğe gönderme yapıyor ruhlarında geçmişin izleri ile. Bu tasarımları üzerinde taşıyanlar da kendilerini, kişisel geçmişlerinden uzak geleceğe doğru uzanan keyifli bir keşif yolculuğunda hissedecekler diye düşünüyorum.
Modaport: Tarzınızı ve koleksiyonlarınızı bir kaç kelime veya sıfat ile nasıl özetlersiniz?
Arzu Kaprol: Tasarım, zamanın ruhunu farklı disiplinler açısından yorumunuzu yakalayarak ifade etmektir. Yaptığım iş, algıladıklarımın bir izdüşümü. Kendimi ifade ediş yöntemim bu.
Çok modern ve hızlı iletişimin olduğu bir dünyada yaşıyor ve üretiyoruz. Bu yüzden modern ve ergonomik forma sadık kalıp, ruhunu açtığınız zaman içinden İstanbul’a dair hikâyeler çıkan kıyafetler yapıyorum. Dışarıdan baktığınız zaman bir insanın hangi coğrafyadan geldiğini çok fazla anlayamazsınız. Bu kadar öz kimlikten ayrı giyiniyoruz aslında. Ergonominin formu böyle zaten, ama konuşmaya başladığımız zaman içimizde var olan yetiştirilme şekli, coğrafi özellikler yani kültürümüzün etkileri ortaya çıkıyor. Ben kıyafetlerimin de dışarıdan bakıldığı zaman kültürler üstü bir formunun olmasını ama içini açtığımız zaman bu coğrafyanın özelliklerini taşımasını istiyorum. Tıpkı benim gibi… Bu benim tasarım anlayışım.
Tasarım, bir şekilde havada olan zamanın ruhunu farklı disiplinler açısından kendi yorumunuzu yakalayarak ifade etmektir. Ressam resim diliyle, müzisyen müzik diliyle, tasarımcı ise tasarım diliyle bunu ifade eder.
Bir film, müzik, karşılaştığınız bir insan, günün içinden herhangi bir an, tasarımı yönlendirir. Zaman ve mekândan bağımsız bir tasarım süreci olduğuna inanıyorum.
Ağzına sağlık Kaprol. Türkiye’de her tür yaratım sürecini içeren iş snop ve işbilmezlikle bağdaşıyor, ya da böyle insanlar kendilerini yaratıcı gösteriyor. ama bir işi profesyonelce yapmak ve profesyonelce kazanmak, asıl saygıyı hakeden
ben çeyiz diyince işli nakışlı şeyler bekliyodum. tembel kız çeyizi bu elbiseler
Dünyada giyimle ilgili sözleri beni düşündürdü. gerçekten dünyada insanlar kimliklerini giysilerine yansıtamıyorlar, nereye gitsen aynı giyim. kimliğini içine giymek çok oyuncu yaklaşım, bravo
arzu kaprol röportajını büyük bir keyifle okudum. modayı yakından takip eden biri olarak kendisini çok takdir ediyorum. benim merak ettiğim şey tasarımlarının fiyatları hangi aralıkta. mesela mor elbise? öğrenme şansımız olur mu?
ellerinize sağlık güzel bir röportaj olmuş. moda üzerine eğitim alan biri olarak merak ettiğim çeşitli konullara yanıt buldum. diğer tasarımcılar ile de bu tarz röportajlarını bekliyoruz. sevgiler
türk tasarımcısı denince aklıma gelen ilk isimlerdensiniz sayın kaprol. umarım bu mesajımı okursunuz. size kucak dolusu sevgilerimi gönderiyorum. başarılarınızın devamını dilerim.
mavi elbiseye bayıldım. bi tür modern kaftanı hatırlattı. bir de lizözler vardı eskiden çeyizlerde
ben sızı askı memnu dızısınde tanıdım ve hayran oldum…ve siparis yok sanırım netten
arzu kaprol tasarımlarına hayranım sana çok yakın olduğum için o kadar şaslıyımki stajımı senin yanın da yaptığım için çok mutluyum umarım bende senin gibi bir gün büyük bir tasarımcı olurum…arkadaşlar o kadar sade sakin biriki giyimi olsun konuşması olsun duruşu,bakışları çok doğal görmeniz lazım çok tatlı birisi :)))))))
Merabalar ben taskanten Nergize bana sizin isleriniz cok hosuma geti helal olsun size
ARZU abla düşünce dünyanızın genişliği işlerinize yansıyor
inş marka olma yolundaki başarılarınız bir dünya markası olarak bakileşir inş.
allah yar ve yardımcınız olsun.
A.ÇETİN